Kayıtlar

  ACCEPT    kabul etmek ACTIVITY    aktivite ADVENTUROUS  maceraperest AGGRESSIVE    agresif AMUSEMENT PARK    luna park  AMUSING    eğlenceli APOLOGIZE    özür dilemek ARROGANT    kibirli ATMOSPHERE    atmosfer ATTEND    katılmak AWESOME    harika BACK UP    destek olmak BAD TEMPERED    kötü huylu BEST FRIEND    en iyi arkadaş BEVERAGE    içecekler BIRTHDAY    doğum günü CARING    ilgili CELEBRATE    kutlamak CLOSE    kapalı COUNT ON    güvenmek CULTURAL    kültürel CUSTOMER    müşteri DECIDE    karar vermek DESSERT    tatlı DETERMINED    kararlı EVENT    etkinlik EXPECT    beklemek FAMILY TIE    aile bağı FRIENDSHIP    arkadaşlık   GENEROUS    cömert GET ON WELL WITH SOMEBODY    biriyle  iyi geçinmek HAVE THINGS ON COMMON    benzer şeyler olması HONEST    dürüst   IN ADVANCE    önceden IN FORM    bilgi vermek    INTEREST    faiz INVIATION    davet JEALOUS    kıskanç JOIN    katılmak LENTIL SOUP    mercimek çorbası LOCAL    yerel MAIN DISH    ana yemek MEAN    kaba  MEATBALL    köfte

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (3)

Zeynep Hatun bir kadı kızı ve kadı eşi. Divanı –galiba gizli aşkı olan– Fatih Sultan Mehmet adına düzenlenmiş. Şiirlerinde kadınların sevecenlik, yumuşaklık gibi değerlerine ve toplumdaki aşağılanmış konumlarına karşı çıktığı belli. Yaşamının son dönemlerinde ise şiiri bırakıp inzivaya çekildiği söyleniyor. Kim bilir, belki de bir kadınlık durumudur… Mihri Hatun ’sa hiç evlenmemiş. Şair bir babanın Amasya’da doğmuş ve orada ölmüş, güzelliğiyle de ünlü kızı. Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında kentte bilgin ve sanatçıların toplantılarına katılırmış. Şimdi sıkı durun, flaş haber geliyor: Mihri Hatun’un divanı 1967’de Moskova’da yayımlanmış! Bir de müthiş dizesi: Seni sevdim, gel yaşayalım; ama ille ‘yok/mok’ diyorsan, başka sevgili buluveririm haa…        Zeynep Hatun’la ilgili bir kitap bilmiyorum. Ama Mihri Hatun’u anlatan bir kitap var: Türk Safo’su Mihri Hatun Sennur Sezer (bildiğiniz gibi o da İKD üyesiydi) Kapı Yayınları, Mart 2005 İ

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (2)

Fatih Döneminin İki Kadın Şairi: ZEYNEP HATUN ve MİHRİ HATUN Birbirinin çağdaşı bu iki kadın şair bana çok ilginç geldi. Nasıl desem, sanki Zeynep Hatun ta o zamanlardan biraz İKD’li, Mihri Hatun da ta o zamanlardan biraz feminist. Zeynep Hatun, şiirlerinde kadınların “kadınca” tavırlarını eleştiriyor, örtülerini atmalarını öneriyor, erkek dünyasında “erce” yerlerini almalarını savunuyor. Türk şiirinin Sappho’su diye anılan Mihri Hatun’sa daha çok “kadınlık durumu” üzerinden şiir yazıyor. Bu iki kadın, şiirlerinde birbirleriyle atışmayı da pek seviyorlar. Ayrıca Mihri Hatun erkek şairlerle atışmayı da kendine iş edinmiş. Örneğin, “kadınların aklı kıttır” diyenlere şöyle yanıt veriyor: Bir müennes yegdurur kim ehl ola Biň müzekkerden ki ol nâ-ehl ola Bir müennes yeg ki zihnî pâk ola Bin müzekkerden ki bî-idrâk ola Meali: 1 x (yetkin kadın) > 1000 x (sıfır-yetkin erkek) 1 x (kafalı kadın)   > 1000 x (mankafa erkek) ZEYNEP HATUN

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (1)

Şairünnisa “KADINLARIN EN ŞAİRİ” OSMANLI DÖNEMİNİN KADIN ŞAİRLERİNDEN SEÇMELER   Derleyen: Saadet Arıkan Özkal İlham veren: Mete Akalın   Sevgili Arkadaşlar, Bu küçük dosyayı sırf kendim ve siz arkadaşlarım için hazırladım. Öyle uzun uzun araştırmalar yapmadım. Kolayıma geldiği için genellikle internet kaynaklarından yararlandım. Peki, nereden çıktı bu ilgi? Haydi onu da açıklayayım. Biz İTÜ İnşaat Fakültesi 1967 mezunlarının bir e-posta grubu var. Orada son son, iyice gerilen siyasi ortamdan bunalıp işi şiire vurduk. Bir arkadaşımız –kim bilir kaç şiiri ezbere bilen Namık Sönmez– Necip Fazıl’ın küçük bir şiiriyle başlattı olayı. Ben hemen atıldım, “Sende Kaldırımlar da vardır,” diye. Böylece İTÜ 67’lilerin grubu şiirli bir atışmaya dönüştü. (Bu arada, bizde gerçek şairler de var. Şiirleri zamanında Varlık dergilerinde de yayımlanmış Galip Bozacı arkadaşımız lütfedip şiirlerini arada bir bizlere iletiyordu zaten. Mühendisliği şiirinin önüne geçmiş böy

Yarım kalmış bir yazı...

TAYYİP ENGİZİSYONU “Tayyip” aslında “içi hoş, temiz” anlamına gelen bir sözcük. Genellikle erkek adı olarak kullanlıyor. Peki, bizim Tayyip ne kadar temiz? Bu yazıda bunun üzerinde değil, mevcut “Tayyip”in hoyratlık yönü üzerinde duracağım. Hepimizin bildiği gibi, Kars’ta İnsanlık Anıtı adlı bir anıt heykel var. İki kişi –hangi cinsten, hangi gezegenden, hangi yaştan belli değil– karşılıklı durmuşlar. El kol hareketi yok, tehdit yok, bağırma çağırma yok. Giysileri aynı. Eşitler. Ve eşitler arası bir ilişki içindeler: diyalog. Bizim eşitler uygarca söyleşiyor, bizim başbakan kızıyor. ‘Ucube’ diyor uygarca söyleşen barışçı figürlere. Bunu anlamak çok zor. Bence, baskı baskıyı yaratıyor. Bir kuşak ne kadar baskıcıysa, kendinden sonraki kuşağa baskı uygulamayı öğretiyor. Cinsel taciz/tecavüz görmüş oğlan çocuklarının çoğunluğu büyüdüğünde tacizci/tecavüzcü olmuyor mu? Söyleyin psikiyatrlar… Bizim Tayyip, bana kalırsa adından başlayarak baskı görmüş. Ona Kaya, Volkan, Or

Annemin Öyküleri - Dansöz Olmaktan Vazgeçtim

DANSÖZ OLMAKTAN VAZGEÇTİM Dansöz olmaktan vazgeçtim. Çünkü annem istemiyor: “Aa, dansöz mü olunurmuş!” Ne olunur, bilmiyorum. Doktor olunabilir tabii. İnsanları iyileştirmek iyi bir şey. Hele bir de Doktor Pasteur gibi bir aşı falan bulursan. Bu saatten sonra ne aşısı bulunur ki? Verem aşısı mı? O zaten bulunmuş. Onu bacağıma yapmaları şart mıydı sanki? Derim önce kabardı, sonra içine göçtü. Aşı maşı derken bir yerim çirkinleşti. Ya yarın dansçı olursam? O yara kötü görünmez mi? Boş ver! Dansöz olmaktan vazgeçtin ya! Çirkin olsan ne olur? Annem benden ne istiyor bilmiyorum. İyi bir öğrenci olmamı istiyor, o kadarını biliyorum. Ama ben zaten iyi bir öğrenciyim. Bütün notlarım pekiyi. Üstelik romatizma yüzünden bir ay okula gidemediğim halde… Romatizmalı günlerimde ders falan çalışmadım tabii. Radyo dinledim, roman okudum. Okula ilk gittiğim gün öğretmen ortaya bir soru sordu. Bir tarih sorusu. Sınıfın bütün kızları bir anda ayağa fırladı (bizim sını

Annemin Öyküleri - Kızım Sen Nerelisin?

KIZIM SEN NERELİSİN? Bizim okulda genellikle memur çocukları okur. O yüzden her yıl öğrencilerde ufak tefek değişiklikler olur. Öğretmenimiz, bu yıl okulun ilk açılışında, neden bilmem, eski yeni tüm öğrencileri, hepimizi bir sorgulamadan geçirdi: “Kızım, sen nerelisin? Oğlum, sen nerelisin?” Kimi Malatyalı, kimi Tarsuslu, kimi Ankaralı. Sadece adını bildiğim yerler… Balkanlardan geleni bile var. Yine de çoğunluk Trabzon’un yerlisi. Herkes belli bir yer adı verebildi. Ben hariç. Ben, “Hık, mık…” “Öğretmenim, benim babam Aydınlı. Ama ben Rize, Pazar’da doğmuşum. Annemin babası Rize, Çayeli’den. Anneannem Çerkez. Annem Adapazarı’nda doğmuş… Hık, mık…” “Ben Aydın’ı gördüm mü?” “Görmedim.” “Adapazarı’nı gördüm mü?” “Görmedim.” “Kafkasya’yı gördüm mü?” “Görmedim.” “Çayeli’ni gürdüm mü?” “Görmedim.” “Pazar’ı gördüm mü?” “Gördümse de hatırlamıyorum, oradan ayrıldığımızda iki yaşındaymışım.” “Peki ben nereyi gördüm?” “Tabii ki burayı, T