Kayıtlar

Mayıs, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (3)

Zeynep Hatun bir kadı kızı ve kadı eşi. Divanı –galiba gizli aşkı olan– Fatih Sultan Mehmet adına düzenlenmiş. Şiirlerinde kadınların sevecenlik, yumuşaklık gibi değerlerine ve toplumdaki aşağılanmış konumlarına karşı çıktığı belli. Yaşamının son dönemlerinde ise şiiri bırakıp inzivaya çekildiği söyleniyor. Kim bilir, belki de bir kadınlık durumudur… Mihri Hatun ’sa hiç evlenmemiş. Şair bir babanın Amasya’da doğmuş ve orada ölmüş, güzelliğiyle de ünlü kızı. Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında kentte bilgin ve sanatçıların toplantılarına katılırmış. Şimdi sıkı durun, flaş haber geliyor: Mihri Hatun’un divanı 1967’de Moskova’da yayımlanmış! Bir de müthiş dizesi: Seni sevdim, gel yaşayalım; ama ille ‘yok/mok’ diyorsan, başka sevgili buluveririm haa…        Zeynep Hatun’la ilgili bir kitap bilmiyorum. Ama Mihri Hatun’u anlatan bir kitap var: Türk Safo’su Mihri Hatun Sennur Sezer (bildiğiniz gibi o da İKD üyesiydi) Kapı Yayınları, Mart 2005 İ

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (2)

Fatih Döneminin İki Kadın Şairi: ZEYNEP HATUN ve MİHRİ HATUN Birbirinin çağdaşı bu iki kadın şair bana çok ilginç geldi. Nasıl desem, sanki Zeynep Hatun ta o zamanlardan biraz İKD’li, Mihri Hatun da ta o zamanlardan biraz feminist. Zeynep Hatun, şiirlerinde kadınların “kadınca” tavırlarını eleştiriyor, örtülerini atmalarını öneriyor, erkek dünyasında “erce” yerlerini almalarını savunuyor. Türk şiirinin Sappho’su diye anılan Mihri Hatun’sa daha çok “kadınlık durumu” üzerinden şiir yazıyor. Bu iki kadın, şiirlerinde birbirleriyle atışmayı da pek seviyorlar. Ayrıca Mihri Hatun erkek şairlerle atışmayı da kendine iş edinmiş. Örneğin, “kadınların aklı kıttır” diyenlere şöyle yanıt veriyor: Bir müennes yegdurur kim ehl ola Biň müzekkerden ki ol nâ-ehl ola Bir müennes yeg ki zihnî pâk ola Bin müzekkerden ki bî-idrâk ola Meali: 1 x (yetkin kadın) > 1000 x (sıfır-yetkin erkek) 1 x (kafalı kadın)   > 1000 x (mankafa erkek) ZEYNEP HATUN

Şairünnisa - Kadınların En Şairi (1)

Şairünnisa “KADINLARIN EN ŞAİRİ” OSMANLI DÖNEMİNİN KADIN ŞAİRLERİNDEN SEÇMELER   Derleyen: Saadet Arıkan Özkal İlham veren: Mete Akalın   Sevgili Arkadaşlar, Bu küçük dosyayı sırf kendim ve siz arkadaşlarım için hazırladım. Öyle uzun uzun araştırmalar yapmadım. Kolayıma geldiği için genellikle internet kaynaklarından yararlandım. Peki, nereden çıktı bu ilgi? Haydi onu da açıklayayım. Biz İTÜ İnşaat Fakültesi 1967 mezunlarının bir e-posta grubu var. Orada son son, iyice gerilen siyasi ortamdan bunalıp işi şiire vurduk. Bir arkadaşımız –kim bilir kaç şiiri ezbere bilen Namık Sönmez– Necip Fazıl’ın küçük bir şiiriyle başlattı olayı. Ben hemen atıldım, “Sende Kaldırımlar da vardır,” diye. Böylece İTÜ 67’lilerin grubu şiirli bir atışmaya dönüştü. (Bu arada, bizde gerçek şairler de var. Şiirleri zamanında Varlık dergilerinde de yayımlanmış Galip Bozacı arkadaşımız lütfedip şiirlerini arada bir bizlere iletiyordu zaten. Mühendisliği şiirinin önüne geçmiş böy

Yarım kalmış bir yazı...

TAYYİP ENGİZİSYONU “Tayyip” aslında “içi hoş, temiz” anlamına gelen bir sözcük. Genellikle erkek adı olarak kullanlıyor. Peki, bizim Tayyip ne kadar temiz? Bu yazıda bunun üzerinde değil, mevcut “Tayyip”in hoyratlık yönü üzerinde duracağım. Hepimizin bildiği gibi, Kars’ta İnsanlık Anıtı adlı bir anıt heykel var. İki kişi –hangi cinsten, hangi gezegenden, hangi yaştan belli değil– karşılıklı durmuşlar. El kol hareketi yok, tehdit yok, bağırma çağırma yok. Giysileri aynı. Eşitler. Ve eşitler arası bir ilişki içindeler: diyalog. Bizim eşitler uygarca söyleşiyor, bizim başbakan kızıyor. ‘Ucube’ diyor uygarca söyleşen barışçı figürlere. Bunu anlamak çok zor. Bence, baskı baskıyı yaratıyor. Bir kuşak ne kadar baskıcıysa, kendinden sonraki kuşağa baskı uygulamayı öğretiyor. Cinsel taciz/tecavüz görmüş oğlan çocuklarının çoğunluğu büyüdüğünde tacizci/tecavüzcü olmuyor mu? Söyleyin psikiyatrlar… Bizim Tayyip, bana kalırsa adından başlayarak baskı görmüş. Ona Kaya, Volkan, Or

Annemin Öyküleri - Dansöz Olmaktan Vazgeçtim

DANSÖZ OLMAKTAN VAZGEÇTİM Dansöz olmaktan vazgeçtim. Çünkü annem istemiyor: “Aa, dansöz mü olunurmuş!” Ne olunur, bilmiyorum. Doktor olunabilir tabii. İnsanları iyileştirmek iyi bir şey. Hele bir de Doktor Pasteur gibi bir aşı falan bulursan. Bu saatten sonra ne aşısı bulunur ki? Verem aşısı mı? O zaten bulunmuş. Onu bacağıma yapmaları şart mıydı sanki? Derim önce kabardı, sonra içine göçtü. Aşı maşı derken bir yerim çirkinleşti. Ya yarın dansçı olursam? O yara kötü görünmez mi? Boş ver! Dansöz olmaktan vazgeçtin ya! Çirkin olsan ne olur? Annem benden ne istiyor bilmiyorum. İyi bir öğrenci olmamı istiyor, o kadarını biliyorum. Ama ben zaten iyi bir öğrenciyim. Bütün notlarım pekiyi. Üstelik romatizma yüzünden bir ay okula gidemediğim halde… Romatizmalı günlerimde ders falan çalışmadım tabii. Radyo dinledim, roman okudum. Okula ilk gittiğim gün öğretmen ortaya bir soru sordu. Bir tarih sorusu. Sınıfın bütün kızları bir anda ayağa fırladı (bizim sını

Annemin Öyküleri - Kızım Sen Nerelisin?

KIZIM SEN NERELİSİN? Bizim okulda genellikle memur çocukları okur. O yüzden her yıl öğrencilerde ufak tefek değişiklikler olur. Öğretmenimiz, bu yıl okulun ilk açılışında, neden bilmem, eski yeni tüm öğrencileri, hepimizi bir sorgulamadan geçirdi: “Kızım, sen nerelisin? Oğlum, sen nerelisin?” Kimi Malatyalı, kimi Tarsuslu, kimi Ankaralı. Sadece adını bildiğim yerler… Balkanlardan geleni bile var. Yine de çoğunluk Trabzon’un yerlisi. Herkes belli bir yer adı verebildi. Ben hariç. Ben, “Hık, mık…” “Öğretmenim, benim babam Aydınlı. Ama ben Rize, Pazar’da doğmuşum. Annemin babası Rize, Çayeli’den. Anneannem Çerkez. Annem Adapazarı’nda doğmuş… Hık, mık…” “Ben Aydın’ı gördüm mü?” “Görmedim.” “Adapazarı’nı gördüm mü?” “Görmedim.” “Kafkasya’yı gördüm mü?” “Görmedim.” “Çayeli’ni gürdüm mü?” “Görmedim.” “Pazar’ı gördüm mü?” “Gördümse de hatırlamıyorum, oradan ayrıldığımızda iki yaşındaymışım.” “Peki ben nereyi gördüm?” “Tabii ki burayı, T

Saadet'ten Şiirler - Sözün Yetmediği Yer

Ben diyorum ki, sen gelince hayatım değişti. Ölümle sarsılmış hayatıma şiir girdi... Saadet, Mayıs 2000

Saadet'ten Şiirler - Delimsek

DELİMSEK Artık dur kalbim çarpma Bırak beni özgür olayım Annemin rahmine düşmeden önce neysem İşte öyle bir hiç olayım Saadet. 14.12.2010

Kadın Gözüyle Okuyunca - Atilla İlhan (2)

kadın gözüyle okuyunca Saadet Arıkan Özkal hangi attilâ ilhan II “yolumdan çekil yavrum” Attilâ İlhan 1954’te, soğuk savaşın tam ortasında ikinci şiir kitabı sisler bulvarı ’nı yayımladığında, bir kadına —yavru, bir kadın olmalı herhalde — böyle sesleniyor: yolumdan çekil yavrum / bağlasalar duramam / demir âsâ demir çarık dedim / neyleyim! / yolculuk dedim / ... / anamdan yolcu doğmuşum... Görünüşte, bir erkeğin özgürlük tutkusu. Öte yandan, kadınların satır arasında dile getirilen tutuculuğu, erkeklere ayakbağı oluşu. İçten içe, aile mi - serserilik mi ikilemi. Seçim: serserilik. Hem de, “şahane” bir serserilik: alır beni yollar beni alır gider /... / neyleyim / gurbet dedim / vatan dedim / hürriyet dedim Gerçi Attilâ İlhan bu şiirini meraklısı için notlar ’da (s. 153) sırf kendisinin serüven özlemine ve o sıralarda Paris’e gitmek üzere oluşuna bağlıyor. Ama “yol”, “vatan” ve “hürriyet” sözcüklerinin yanyana gelişi, insana ister i

Kadın Gözüyle Okuyunca - Atilla İlhan (1)

kadın gözüyle okuyunca Saadet Arıkan Özkal hangi attilâ ilhan I “vurgunum yumruk gibi sıkılmış mısralara” 1940’lı yıllar. Dünya, faşizmi ve savaşı yaşıyor. Türkiye’de, henüz lise öğrencisiyken, sırf sevgilisine yazdığı mektuplarda Nâzım Hikmet şiirlerine yer verdi diye kovuşturulup hapse atılan bir genç adam bu dünyaya tepkisini şiirlerle dile getiriyor. 1948’de ilk kitabı duvar yayımlandığında, Nâzım Hikmet şunları söylüyor: “Duvar beni, çok sevindirdi. Attilâ İlhan gayet soylu, özlü şair, pek beğendim. Aşk olsun delikanlıya!” Delikanlının örnek aldığı şairler belli: aragon’u usta bilmiş şair attilâ ilhan / ve tekmil demir mısralılar bayraktar Yazmak istediği şiirler de belli: fısıltıyla şiir söylemek kahreder beni / vurgunum yumruk gibi sıkılmış mısralara duvar , böyle yumruk mısralı şiirlerden örülü. Çoğunlukla öfke, güç, şiddet içeren ve bu şiddeti olumlayan şiirler. Bir tür “karşı kahramanlık” türküleri de denebilir: sertliğe karşı se

Annemin Öyküleri - Karayemişe Özür

KARAYEMİŞE ÖZÜR Seni unuttum. Özür dilerim. Herkesten, her şeyden söz ettim, senden etmedim. Aslında hep de ettim. Ne var ki, bugüne değin senin varlığına kimseleri inandıramadım. Ne zaman senden söz etsem insanlar bana tuhaf tuhaf baktılar; uyduruyorum sandılar. “Sen çok küçükmüşsün, nerden anımsayacaksın!” demeye getirdiler. Seni başka meyvelerle karıştırdığımı ima ettiler. Hatta, “Bu falanca meyve olmasın?” diyenler bile çıktı. Ben de, senin benim düşlerimde uydurulmuş bir meyve olmadığını kanıtlamak için bir dalını onlara sunmak istedim hep. Ama senden o denli uzaktım ki, sunamadım Geçenlerde bir kitapta fotoğrafını gördüm. Hiç değişmemişsin, dün neysen osun: Üzüm salkımı desem, değilsin. Zeytin dalı hiç değilsin. Karayemişsin sen. Benim buruk sevincimsin. Saadet Arıkan Özkal 24.04.2000

Annemin Öyküleri - Mukabele

MUKABELE Kale Kapısı’nın, kemerin hemen yanında, iki katlı bir evin ikinci katındayız. Vakit gündüz. Pencerelerden giren parlak gün ışığı, odanın dört bir yanını çeviren sedirlere bağdaş kurup yerleşmiş bir oda dolusu yaşlı, orta yaşlı kadını ve ortalıkta dolanıp onlara şurup ikram eden genç kadınlarla kızları aydınlatıyor. Yaşlı kadınların başörtüleri daha çok renkli yemeniler gibi. Ama kenarları oyalı. Genç kadınların başörtüleri ise vual ya da jorjet. Kenarları yine oyalı, ayrıca üstünde işlemeler var. Benim de başımı örttüler. Pembeye çalan beyaz ya da uçuk pembe, dikdörtgen bir örtüyle. İşlemesi yok, oyası da basit bir şey ama olsun; uzun sarı saçlarımı yarı açıkta bırakarak omuzlarımdan sarkıyor ve mutfakta kurabiyelerle uğraşan genç kızlar örtünün yuvarlak yüzüme ne kadar yakıştığını söyleyip gülüşüyor. Şimdi, sedirlerdeki yaşlı kadınların bir dikişte boşalttıkları bardakları toplayıp mutfağa götürüyoruz. Başörtümün kaymaması için dikkatli adımlarla yürürk

Annemin Öyküleri - Fındık Kabuğu

FINDIK KABUĞU Bu sabah eve iki at arabası fındık kabuğu geldi. Arabacılar çuvallar içindeki kabukları odunluğa boşaltılar. Annem onlar gidinceye kadar söylendi durdu; sonunda yerleri de sildikten sonra rahat bir nefes aldı ve ben dahil herkese kahve pişirdi. Kahveler içilirken her zamanki neşeli anneydi artık. Yalnız biraz da odun alınacak... Odunluk oturma odasının altında. Odanın tam ortasında bir kapak, kapağın altında da tahta bir merdiven var. Nedense aşağı hep küçük ablam iniyor. Belki de karanlıktan korkmadığı içindir. Her gün birkaç kez iniyor, kovaya fındık kabuğu doldurup bir iki de odun koyduktan sonra yukarı çıkıyor. O aşağıdayken ben kapağın başında dikiliyor, onun merdivenin son basamağına gelince ayrık orta dişleriyle bana bakarak gülümsemesini bekliyorum. Acaba bir gün ben de iner miyim oraya? Şimdilik sobanın gürüldeyen sesini dinliyor, annemi seyrediyorum. Annem mantı hamuru açıyor. Muşamba örtü serili masanın üstünde küçük, kalın, yuvarlak hamur t

Annemin Öyküleri - Sopa

SOPA Büyüyorum. Ama galiba annem büyüdüğümün farkında değil. Yoksa beni her gün okula taşımazdı. Oysa ben okulun yolunu da, evin yolunu da biliyorum. Geçenlerde bahçedeki su birikintisine düşüp sırılsıklam olduğum gün öğretmen “Hadi, eve git kızım!” dediğinde gidemedim mi? Gittim. Öyleyse annem beni okula kendisinin ya da dedemin bırakmasında, ders bitince beni okuldan almakta neden ısrar ediyor? Neden öğretmene gidip bir daha beni eve yalnız göndermemesini, en azından yanıma bir hademe katmasını söylüyor? Benim derdim başka oysa. Şu sarışın çocuk. Yaşı bizden büyük ama bizim sınıfta. Önlüğün üstüne kolalı bez yaka değil, sağa sola kaçan naylon yaka takıyor. Üstelik kafası sıfır numara traşlı. Geçenlerde sınıfa girdiğimizde öğretmenden dayak yiyordu. Öyle bir dayak ki, ağzı köpürdü sonunda ve ben ona acıdım. Artık acımayacağım ama. Niye acıyayım ki! Oğlan meğer bana âşıkmış, kızlar söylediler. Naylon yakalı biri bana ne diye âşık olur ki? Hadi oldu, niye

Annemin Öyküleri - Pazar Pidesi

PAZAR PİDESİ Bugün Pazar. Az pişmiş rafadan yumurta yemekten kurtulduğum gün. Bugün sabah kahvaltısıyla öğle yemeği birleşecek ve öğlene doğru çayla pide yiyeceğiz. Annem pide içlerini hazırlamaya başladı bile. “Hadi bana teldolaptan kıymayı getir kızım!” “Tabii anneciğim, hemen!” “Şimdi de peyniri!” “Anne, maydanozları ben kıyabilir miyim?” “Olmaz, elini falan kesersin sonra! Neme lazım, ben kıyarım. Sen büyü hele!” Annem kıymayı hazırladı. Peynirleri de. İkisini ayrı ayrı kaplara koydu, yanlarına bir de boş tepsi katıp sokağa çıkmak üzere hazırlanmaya başladı. Başörtüsünü bağlarken bana dönüp emretti:   “Hadi bakalım, ayakkabılarını giy!” Emrini sevinçle yerine getirdim ve fırının yolunu tuttuk. Burada uzun bir kuyruk var. Bir sürü kadın erkek çocuk, ellerinde tıpkı anneminki gibi kaplarla bekleşiyorlar. Kuyruğun sonunda yerimizi alıp biz de beklemeye başlıyoruz. Şimdi insanlar adım adım ilerleyecek ve sonunda kendimizi tezgâhın önünde bulac

Dünyanın Ötesine Bir Mektup

Dünyanın Ötesine Bir Mektup Saadet Arıkan Özkal Ne zamandır sana yazmak istiyordum. Elim değmedi bir türlü. İşlerim yoğundu yoğun olmasına da, asıl sorun sana “Uzaylı Kardeşim” diye hitap edebilmekti. “Uzaylı” sözcüğü biz Dünyalılara her nedense biraz “tuhaflık” çağrıştırır. Belki de sizlerden birini hiç görmediğimiz içindir. Sizi gördüğünü iddia eden Dünyalılara da çoğumuzun yan gözle baktığını itiraf etmeliyim. Sizi hayal eden ve yapıtlarına konu eden sanatçılar da sizi hep bizden çok farklı, ışığa benzer ya da ışık saçan, çoğu kez konuşmaya gerek duymadan sözgelimi dokunuşlarla anlaşabilen, üstelik kafasında duyarga ya da doğal antenleri olan varlıklar olarak canlandırdılar. Anlayacağın, benim iyice kafam karıştı. Son zamanlarda daha da karıştı. Asıl “uzaylı”nın ya da “tuhaf”ın kim olduğunu kestiremez oldum. Sen mi, ben mi? Siz mi, biz mi? En iyisi anlatayım da sen karar ver, Uzaylı Kardeş. Önce kendimi tanıtayım. Bendeniz, uzayın Samanyolu dediğimiz gökad