Annemin Öyküleri - Goblen
GOBLEN
Dün gece herkes uyurken küçük
ablam gene nakış işledi. Kasnağa gerilmiş incecik delikli incecik bir kumaş
üzerine rengârenk ibrişimlerle oyulmuş güller, yapraklar, dallar.
Rastgele değil. Her deliği
hesaplayarak, her boşluğu ölçüp biçerek. Simetriyi asimetriyi gözden
kaçırmadan. Yaprak-çiçek dengesini, aralarındaki bağlantıyı gözardı etmeden.
Abartmadan. Karşılıklı iki köşede pembe kırmızı bir grup iri gül ve yapraklar,
dikdörtgenin kenarlarında ince dallar üzerinde tek tek çiçek ve yapraklar. Kimi
mor, kimi yeşil.
“Abla, yeşil gül olur mu?”
“Nakışsa olur. Hadi, annem
uyanmadan sen git yat!”
Saydım, bir iri pembe gül için
iğneyi goblenin deliklerine yaklaşık dörtyüz kez batırıp çıkarıyor, elbette
arada birkaç kez de iplik değiştirerek. Küçük bir yeşil gül için bu sayı —yine
yaklaşık— yüzelli oluyor.
“Abla, bu örtü ne zaman biter?”
“Bitince görürsün. Bu, orta
masası için. İki de sehpa örtüsü işleyeceğim.”
“Peki, bitince bunları misafir
odasına mı sereceksin, ceviz sehpaların üstüne?”
“Hayır, bunlar çeyiz. Sandığa koyacağım, ablan
ya da ben hangimiz önce evlenirsek ona verilecek. Öncelikle de ablana.”
“Ya bana?”
Bu soruyu sormuyorum; ablamı,
ayaklarını masanın altındaki mangalın kenarlarına koymuş, kasnağının üzerine
eğilmiş durumda gülleriyle başbaşa bırakıp yavaşça yatağa, annemin sıcak
koynuna giriyorum.
Bu orta masası örtüsü, yıllarca
sandıkta kaldıktan sonra şimdi bende. Gerçi üç kızın içinde ilk evlenen ben
oldum; ama örtü bana evlendiğimde değil, kocam ölüp yeni bir ev aldığımda
verildi. Örtüyü çerçeveletip duvara astım. Tablo gibi. Ve bir gün, bir iri
pembe gülde, yaklaşık değil, kesin olarak kaç iğne batışı var, size
söyleyeceğim.
Saadet Arıkan Özkal
Saadet Arıkan Özkal
Yorumlar
Yorum Gönder