Dünyanın Ötesine Bir Mektup
Dünyanın Ötesine Bir Mektup
Saadet Arıkan Özkal
Ne zamandır sana yazmak istiyordum. Elim değmedi bir türlü.
İşlerim yoğundu yoğun olmasına da, asıl sorun sana “Uzaylı Kardeşim” diye hitap
edebilmekti.
“Uzaylı” sözcüğü biz Dünyalılara her nedense biraz “tuhaflık”
çağrıştırır. Belki de sizlerden birini hiç görmediğimiz içindir. Sizi gördüğünü
iddia eden Dünyalılara da çoğumuzun yan gözle baktığını itiraf etmeliyim. Sizi
hayal eden ve yapıtlarına konu eden sanatçılar da sizi hep bizden çok farklı,
ışığa benzer ya da ışık saçan, çoğu kez konuşmaya gerek duymadan sözgelimi
dokunuşlarla anlaşabilen, üstelik kafasında duyarga ya da doğal antenleri olan
varlıklar olarak canlandırdılar. Anlayacağın, benim iyice kafam karıştı.
Son zamanlarda daha da karıştı. Asıl “uzaylı”nın ya da
“tuhaf”ın kim olduğunu kestiremez oldum. Sen mi, ben mi? Siz mi, biz mi? En
iyisi anlatayım da sen karar ver, Uzaylı Kardeş.
Önce kendimi tanıtayım. Bendeniz, uzayın Samanyolu dediğimiz
gökadasının Güneş Sisteminin Dünya ya da Yer adlı gezegeninin Türkiye adı
verilen ülkesinin bir dişi yurttaşıyım. Yurttaş sözcüğü sana ne anlatıyor
bilmiyorum, bana şunu anlatıyor: Ben bir yurttaşım, yani yaşadığım yurdun bir parçasıyım,
kimseye kul değilim; cinsiyetim, dilim, dinim, rengim, sınıfsal, etnik vb. özelliklerim
ne olursa olsun, öteki yurttaşlara, yani yurdu benimle paylaşan diğer insanlara
eşitim. Gerçek mi bu? Gerçek. En azından Anayasa böyle söylüyor.
Şimdi gelelim Babayasa’ya.
Babayasa, dişiyim ve üremenin “baş sorumlusuyum” ya, beni
“Babalar”a emanet ediyor. Kim mi bu babalar? Mafya babası değil, hayır! Sahici
babam. Sahici erkek kardeşim, sahici ağabeyim, sahici amcam, sahici dayım,
sahici amcamın oğlu, sahici dayımın oğlu, vb. Evlenince de tabii sahici kocam,
sahici kayın babam, sahici kayın amcam, sahici kayın ağabeyim falan filan.
Kısaca, ailede çocuk dölleme yeteneğine sahip, uzak yakın erkek akrabaların ve
hısımların tümü. Hatta komşular! Komşu köyün çobanları, komşu kentin manavları,
giderek devletin tüm eril yurttaşları. Babayasa’ya göre ben onlara emanetim.
İşte, Uzaylı Kardeş, kafamın karıştığı yer tam burası. Ben
yurttaş mıyım, emanet miyim? Yurttaşsam eğer, birey gibi davranılmayı hak ediyorumdur
ve öyle davranış görmem gerekir; kendi bedensel ve zihinsel sorumluluğumu
kendim taşırım, kendi bedenim ve zihnimle ilgili kararları kendim veririm,
bunların sonuçlarından da “kendim” sorumlu olurum.
Emanetsem eğer…
Emanetsem şu oluyor:
“Bedenim ve zihnim” bana değil, “babalarıma ait” bir şey
haline geliyor. Ben, kendimle ilgili kararları kendim vermek, kendi bedenimi ve
zihnimi kendim tasarruf etmek şöyle dursun, bedenimle, zihnimle, tüm varlığımla
“birilerinin namusu” oluyorum.
Nasıl mı? İki örnek:
1. Emine Hanım’ın sol
yanağı
Geçtiğimiz günlerde, ülkemizin (erkek) başbakanı eşiyle birlikte
bir komşu ülkeye resmi ziyaret yaptı. Ziyaretin sonunda, iş vedalaşma faslına
gelince, komşu ülkenin (yine erkek) başbakanı, başbakanımızın eşi Emine Hanım’ı
sol yanağından öptü. Ya da, gazetelerin yorumlarına bakarsak, sadece “sol
yanağından öpebildi”, Emine Hanım’ın sağ yanağı kurtuldu!
Emine Hanım bence, biraz rüküş olmasına karşın, televizyonlardan
gördüğüm kadarıyla çok şirin ve doğal bir kadın. Besbelli komşu ülke başbakanı
da bu şirinlikten, bu doğallıktan etkilendi ve belki biraz da iki ülkenin
öteden beri gergin giden ilişkilerine olumlu bir katkı olsun diye Emine Hanım’ı
“sol” yanağından öptü.
Sen misin öpen! Bütün ülkenin “namusu” beş paralık oldu. Önce
başbakanlık danışmanları bu “buse” görüntülerinin devlet televizyonlarında
gösterilmesini yasakladı. Özel televizyonlar da —ayrıntısını bilmiyorum,
bilenler lütfen uyarsın— her nedense bu yasağa uydu. Ama birkaç gazete “haber”i
atlamadı ve Emine Hanım’ın “sol yanağı”na kondurulan Karamanlis öpücüğüne ilk
sayfada, manşette değilse de orta irilikte puntolarla yer verdi.
Ardından Emine Hanım bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ne
yazık ki diplomasiden de, feminizmden de hiç nasibini almamış talihsiz bir
açıklamaydı bu. “Önemli bir şey olmadı. Olsaydı zaten Tayyip Bey de oradaydı,
hemen müdahale ederdi” türünden apolitik, afeminist bir açıklama. Politik
açıdan, komşu bir ülkenin başbakanına üstü kapalı da olsa “potansiyel tacizci”
sıfatını yakıştırdığı için; feminist açıdan da, önemli bir şey olması halinde
olayın çözümünü Tayyip Bey’e havale ettiği, dolayısıyla kendi bedenini bir
erkeğe “emanet ettiği” için.
Derken Emine Hanım böyle bir açıklama yapmadığını belirten
ikinci bir açıklama yaptı ve olay kapandı. Yani medyada kapandı. Benim kafamda
hâlâ açık. Ben sürekli şunu düşünmekten kendimi alamıyorum:
Acaba roller tersine dönseydi ne olurdu?
Diyelim Emine Hanım başbakan, Tayyip Bey de başbakan eşi
olsaydı. Komşu ülke başbakanı da Bay Karamanlis değil, Bayan Karamanlis
olsaydı. Ve ziyaretin sonunda Başbakan Bayan Karamanlis Başbakan Eşi Bay
Tayyip’in yanağına bir öpücük kondursaydı. Başbakanlık danışmanları öpücüğün
görüntülerini yine yasaklar mıydı? Gazeteler bu öpücüğü yine haber yapar mıydı?
Tayyip Bey’in “Önemli bir şey olmadı. Olsaydı zaten Emine Hanım da oradaydı,
hemen müdahale ederdi” türünden bir açıklama yaptığı duyurulup sonra yalanlanır
mıydı?
Ne dersin, Uzaylı Kardeş, ne olurdu?
Bu arada bir şeyi daha belirtmeden geçemeyeceğim. Şu
“müdahale” sözü —ister gerçekten söylenmiş, ister gazeteciler tarafından
uydurulmuş olsun— özellikle sinirime dokunuyor. Ne yani, “önemli” bir şey olsa
Tayyip Bey bir yumrukta Bay Karamanlis’in suratını mı dağıtacaktı? Ya da kadın
başbakanlar durumunda, Emine Hanım Bayan Karamanlis’in saçlarını mı yolacaktı?
Sence ne olacaktı, Uzaylı Kardeş? Zavallı bir öpücük, iki
ülkeyi savaşa, ya da en azından bir başka gerginliğe mi sürükleyecekti?
2. Töre Cinayetleri
Bu daha da acı bir konu. Çok acı bir konu, Uzaylı Kardeş. Çünkü
burada sorun, gazete sayfalarına malzeme olmaktan, basına açıklamalar yapıp
yalanlamaktan çok daha öte bir şey. Burada sorun, ölümle eşanlamlı.
Bu konuda kararın başbakanlık danışmanlarıyla da hiçbir
ilgisi yok. Burada kararı bir “meclis” veriyor: “aile meclisi”. Bu meclis
kendini “yargı”nın yerine koyuyor ve “suçlu”yu cezalandırıyor. Önce soralım:
“Suçlu” kim?
(a)
Suçlu “mutlaka” bir kadın. Hatta çoğu kez, çocuk
denecek yaşta küçücük bir kadın.
(b)
Suçlu “bazen” kendi isteğiyle, ama babalarının
bilgisi ve onayı dışında bedenini bir erkekle paylaşmış bir kadın.
(c)
Suçlu “çoğu kez” kendi isteği dışında zorla ya da
bir biçimde kandırılarak bedeni bir erkek tarafından kullanılmış, kısaca
tecavüze uğramış bir kadın.
“Suçlu” bu.
Cezası ne?
Ölüm.
Celladı kim?
Baba.
Hangi baba?
Öz baba.
Bir baba, kendi kızını, sırf tecavüze uğradı diye, aile
meclisi kararıyla öldürmeyi üstleniyor. “Hadi, teyzenlere gidelim” gibi bir
bahaneyle kızı alıyor, yola koyuluyor, boş bir arsada kendi öz kızını telle
boğuyor.
Bu baba nasıl bir baba?
Bu aile nasıl bir aile?
Bu tel nasıl bir tel?
Bu sorulara verilen yanıtı biliyorum, Uzaylı Kardeş.
Bu baba “namuslu” baba.
Bu aile “namuslu” aile.
Bu telin adı yok gerçi; ama olsa olsa “namus teli” olabilir.
Kız öldü. Namusumuzu beş paralık eden suçludan kurtulduk. Şimdi
gelelim olayın diğer faillerine.
Tecavüzcü erkek, gerçi aile meclisinin gözünde pek suçu yoktur
ama, kızla evlenip sevgili damadımız diye bağrımıza basmamışsak ve “Şikâyetçi
değiliz, Hâkim Bey” dememişsek, devletin gözünde suçludur. O nedenle hapse
atılır. Ne kadar yatar bilinmez. Ama bir afla yarın serbest kalma umudunu her
an besleyebilir. Çünkü o, tecavüz ettiği kızın aksine hâlâ canlıdır ve umut
dahil her türlü insani duyguyu besleyebilecek durumdadır.
Katil baba, gerçi aile meclisinin gözünde hiç suçu yoktur
ama, devletin gözünde suçludur ve derhal hapse atılır. O ne kadar yatar o da
bilinmez. Ama bir iyi taraf, artık “Namusumu kurtardım, Hâkim Bey” teranesi
hafifletici sebep sayılmayacakmış. Namusun batsın!
Yargıç aile meclisi… İşte Uzaylı Kardeş, benim hiç
anlayamadığım onlar… Bunlar, erkek kadın her kimse, kendilerini her şeyden, doğadan,
hormonlardan, evrenden, devletten, insan hakları evrensel bildirgesinden, doğanın
ve devletin yasalarından, babalık annelik sevgisinden, her şeyden üstün
görüyorlar. Doğanın, dünyanın, Avrupa Birliği’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin,
hormonların, hatta dinlerin yasaları onlara vız geliyor. Küçücük bir kızı,
kızları, babalarının eliyle ölüme mahkûm etmekten çekinmiyorlar.
Bu nasıl insanlık?
İnsan sözü, Uzaylı Kardeş, seni bilmiyorum ama, biz
Dünyalılara hoş şeyler çağrıştırır. İnsanca,
insancıl gibi güzel sözcüklerimiz
vardır bizim. Her dilde. Ama son zamanlarda ben bu sözcüklerin çok
anlamsızlaştığını düşünmeye başladım. Yaşadığımız hiçbir şey bana insanca ya da
insancıl gibi gelmiyor çünkü. Çünkü yaşadığımız her şey ya “paracıl”, ya
“namusçul”.
Parayı anladık da, namus ne?
Namus: kadının yanağı, kadının bedeni, kadının zihni,
kadının canı…
Söyle bana Uzaylı Kardeş, ben kimim? Yurttaş mıyım, emanet
miyim? Birey miyim, kul muyum? İnsan mıyım, uzaylı mıyım?
Söyle bana Uzaylı Kardeş:
Sen mi uzaylısın, ben mi uzaylıyım?
Sonsuz sevgilerimle…
Yorumlar
Yorum Gönder