Sevgili Dostum Sevinç - 3 - Bu nasıl iş?
Sevgili Sevinç,
Bunları senden önce birkaç
kişi daha okuyor. Biri Zeynep. Biri onun sevgilisi, biri de Faruk’un
kızkardeşi. Yanına bir iki dostu daha kat. Neyse ki hiçbiri cezaevi sansürü
uygulamıyor, onlar fikirlerini söylemekle yetiniyorlar. Zeynep gibi kimileri,
“Bu kadarcık mı?” deyip beni kışkırtıyor. Kimisi şaşırıyor, “Benim annem böyle
şeyler yazamaz ki! Devam et, Saadet Teyze!” diyor. Kimisi de, “İşte bu aşk!”
diye yorumluyor.
Aşk mı değil mi bilmem, benim
işim editörlük; her yazıdan sonra tekrar başa dönüp orasını burasını
değiştiriyorum. Onun için sana yazıları en baştan bir kez daha gönderiyorum.
Umarım bundan sonra pek değişiklik yapmam da, zavallı Zeynep gibi sen de her
seferinde baştan okumak zorunda kalmazsın.
Şimdi asıl konuya dönelim.
Bugün birisinin bir sözü üzerine
aklıma bir şey takıldı: Ben hem bir ölünün öldüğünü kabul etmek istiyorum, hem
tutup ona mektup yazıyorum. Bu nasıl iş?
‘Basbayağı bir iş,’ denebilir
belki. Benim için, şu an içimden gelenin ta kendisi. Ama beni korkutmuyor
değil.
Aslına bakarsan, beni gelecekteki
tüm yaşamım korkutuyor. Faruk’u unutmaktan korkuyorum. Kendime baskı yapmaktan
korkuyorum. Başkalarını üzmekten korkuyorum. Korkuyorum oğlu korkuyorum. En
kötüsü de, ölmekten korkuyorum.
Ben ölsem Faruk ne yapardı diye
düşündüğüm çok oldu. Gerçekten gider kendini köprüden atar mıydı? Zeynep, “Sen
ölsen babam senin kadar güçlü olamazdı,” diyor. Kimbilir, belki doğrudur. Bana
yanlış gibi geliyor; böbrek nakli sırasında onun hayata nasıl sarıldığını
anımsıyorum. O zaman onun yaşama içgüdüsü, yaşama enerjisi, beni de
hareketlendirmiş, bana o güne dek gösterdiğim belki de en büyük fiziksel gücü
ortaya koyma fırsatı vermişti. Faruk’a, “Bir koca için böyle çırpınılır mı?”
dedirtecek kadar.
O ölünce doğrusu ilk günler ben
de ölmek istedim. Ölmek, onun yanına gömülmek. Zeynep’e vasiyet bile ettim,
beni babanın yanına göm diye. Şimdi bir şeyin farkındayım: Faruk’un yanına
gömülmek istemiyorum. Benim yerim orası değil. Ne işim var benim Isparta’da?
Faruk ya da onunla birlikte yatan öteki kişiler beni isterler mi bakalım?
Isparta’da toplasan bir ay yaşamamış, suyunu doğru dürüst içmemiş, deresinde
yıkanmamış, dağında yetişen domatesleri tatmamış birinin soğuk ayaklarını
ısıtmaya pek mi meraklılar! Benim mezarım niye Isparta’da olsun ki?
Çocukluğumun kenti Trabzon desen neyse; onu anlayabilirim. “Anıları ve ağrıları
burada başladı, burada bitti.” Anlamlı bir mezartaşı yazısı olabilir belki. Ama
işin doğrusu, ben ne Isparta, ne Trabzon, hatta ne de İstanbul, gömülmek
istemiyorum. Mezartaşı yazısı da istemiyorum. Onun için de bazen, cesedimi bir
tıp fakültesine verin gibisinden laflar ediyorum. İşin daha da aslı, ben ceset
olmak istemiyorum. Şöyle düzelteyim: yakın zamanda. (Eşanlı redaksiyon!)
Açıkçası,
ölümden, ölmekten ölesiye korkuyorum. Gelgelelim bir ölüye mektup yazıyorum. Bu
nasıl iş?
29.04.2000
Yorumlar
Yorum Gönder