Taksim'de bir soluklanma


TAKSİM’DE BİR SOLUKLANMA
Saadet Arıkan Özkal

Bugün yine Şişli’den Taksim’e kadar yürüdüm. Yirmi, yirmi beş dakikalık yol topu topu.
Ama yoruldum; eskisi kadar genç ve enerjik değilim artık ve eskisi gibi bir solukta
Tünel’e kadar yürüyemeyeceğimi hissedip Anıt’ın  etrafındaki parmaklıklara tünedim.
Şimdi oradan dünyayı seyrediyorum.

Kimileri “Türkiye’nin kalbi” diyor bu meydana. Kimileri adını “1 Mayıs Meydanı”
yapalım diyor. Ben ne mi diyorum? Bilmem. Sadece orada oturmuş,
meydanı ve gelen geçeni seyrediyorum. Kim bilir, belki de seyrettiğim kendi
gençliğimdir.
Bu meydanın adını ilk kez gazetede tefrika edilen bir çizgiromandan duyduğuma
kim inanır?
Ben.
Genç kız öğretmen. Karlı bir akşamüstü, okul dönüşü, sonradan adının Beyoğlu
olduğunu öğreneceğim caddeden Taksim’e çıkıyor. Yıllar sonra arkadaşım olacak
Semra Özdamar’a çok benzeyen çizgiler. Aynı hafifçe esmer, oranlı yüz; aynı ince uzun,
sülün gibi vücut. Siyah saçlarının bir bölümü başına örttüğü eşarbın altından çıkmış.
Kar yağıyor ve genç öğretmen –adına Semra diyeceğim– hem yürüyor  hem öksürüyor
ve Taksim’in tramvayları arasından geçip, Tarlabaşı’nda olduğunu tahmin ettiğim
evine gidiyor…

Evde yaşlı bir büyükanne… Başka kimse yok. Anlaşılan Semra öksüz bir kız ve onu
anneannesi ya da babaannesi olan bu yaşlı kadın büyütmüş. O gece Semra fena halde
ateşleniyor ve büyükannesi eve doktor çağırıyor.
Eskiden böyleydi. Doktorlar eve çağrılırdı.
Doktor, zarif mi zarif, yakışıklı mı yakışıklı , Brad Pitt demesek de Gregory Peck
gibi bir genç adam.
Teşhis: Zatürre.
Teşhis: İlk görüşte aşk.
Semra’yla Gregory’nin hikâyesi sürdü gitti. Semra iyileşti. O Gregory’ye, Gregory ona
âşık oldu. Araya Gregory’ye âşık fesat kadınlar ya da Semra’ya âşık çapkın fırsatçı
adamlar girdi, araları bozuldu düzeldi, düzeldi bozuldu ve bir sürü maceradan
sonra mutlu son…
Ama ben böylece ta Trabzon’dan, İstanbul’da Taksim diye bir meydanın varlığını
öğrenmiş oldum.

On yaşında var mıyım? Bilmem.

TAKSİM’DE NEYİ BÖLÜŞÜYORUZ?
Diyelim bizler yağmacı korsanlarız. Ya da banka soyan çeteleriz. Veya yabancı bir
ülkeyi hep birlikte fethedip tüm zenginliklerine el koyan barbarlarız. Bütün bu
eylemlerin sonucunda ne yaparız? Ganimetimizi bölüşürüz ya da daha eski bir
deyişle aramızda taksim ederiz.

Taksim etmek iyidir; çünkü ben bir banka soyguncusuysam ve elde ettiğim
 ganimeti bana yardım edenlerle bölüşmüyorsam sonum kötü olabilir demektir.

İnsanlar zamanında Taksim’de suyu bölüşmüşler. Herkes için çok önemli olan bu
maddeyi şehre buradan dağıtmışlar. Kısaca, Taksim, tüm canlılar için olmazsa olmaz
bu maddenin, suyun bölüştürüldüğü yer…

Onun için Bayanlar Baylar, lütfen bu meydanın adını olduğu gibi bırakalım.
Diyorum ben.

Ben başka bir şey de diyorum. Madem “taksim” bölüşme yeri, niye Taksim’de
başka şeyleri de bölüşmeyelim?

TAKSİM’DE NEYİ BÖLÜŞEMİYORUZ?

Taksim’de bölüşemediğimiz şey çok. Tarihimizi bölüşemiyoruz örneğin. İş “tarih”
gibi netameli konulara gelince, istisnasız hepimiz kendi bakış açımız doğrultusunda
birer münazara çocuğu kesiliyoruz. “Senin baban yanlış yaptı”, “Senin annen keşke
seni doğurmasaydı”, “Sen bölücünün tekisin”, “Sen despotun tekisin”,
“Sen – ben – onlar”…

“Biz” demeyi bir türlü öğrenemediğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Nerede kaldı ki
dünyanın öteki canlılarını, öteki makro ve mikro organizmalarını düşünelim ve
onları sudan mahrum etmeyelim.

İnsanlık tarihi insanların birbirleriyle ve geri kalan tüm öteki canlılarla savaşının
tarihi. Bir avlanma tarihi.

Aslan da avlanır örümcek de sivrisinek de. Ama onların avlanması sırf kendi
yaşamlarını sürdürmek içindir ve doğanın dengesini bozmaz. Durup dururken,
doymuş olduğu halde, sırf kendi keyfi için avlanan tek hayvan, bence insandır.

Midesi doysa da gözü doymayan insan.

Doyumsuz insan.

Bencil insan.

O kadar benciliz ki, şu öteki yaratığın neye ihtiyacı var diye durup düşünmüyoruz.

O kadar benciliz ki, sesini yükselten bir hemcinsimiz bütün düzenimizi bozacak
diye ödümüz patlıyor ve ona en ufak şans tanımıyoruz. Dahası, silahlarımızla
üstüne üstüne gidiyoruz.

O kadar benciliz ki, kendimizce çok haklı olduğumuzu düşündüğümüz konularda
hakkımızı elde etmek için masumları harcamaktan çekinmiyoruz.

O kadar benciliz ki, bütün düşüncemizi “ötekini” yok etme üzerine kurmuşuz ve
başkalarını nasıl yok edebiliriz diye silahlar geliştirmişiz.

Sivrisineğin tek silahı bir el darbesiyle bile yok edebileceğiniz zavallı iğnesidir.
Ben bir zamanlar sivrisineklerle pazarlık etmeyi bile düşündüm. “Sivrisinek Kardeş,
kanım sana feda. Emsen emsen ne kadar kanımı emebilirsin ki? Ama lütfen şu
uyuşturucu sıvını bana enjekte etme. Kanımı almana razıyım, ama lütfen
kaşınmayayım.”

Sivrisinek benim bu dediklerimi duydu mu bilmem. Ben onun dediklerini duymadım.
Duymak istemedim. Ve bir gün bile sivrisineğin de iyi bir tarafı var mıdır diye
düşünmedim.

Sağır insan.

Belli bir ses duyma kapasitesi olmasına rağmen, o sınırlı kapasiteye bile kulaklarını
kapatmış, vurdumduymaz insan. 

İşte, Taksim Meydanı… Bölüşme, Bölüştürme Meydanı…

Ama ne yazık ki bu meydan, insanın bu duyarsızlığına, bu sağırlığına yıllarca
tanıklık etti.

İNSAN NE ZAMAN SAĞIRDIR?

İnsan, doğuştan kulakları duymaz olduğunda değil, sonradan, çok sonra,
kulaklarını kendi sesi dışında dünyanın ve evrenin öteki seslerine kapattığı,
dünyanın ve evrenin seslerini duyduğu halde duymazdan geldiği, ölen bir
cüce yıldız gibi kendi içine göçtüğü zaman sağırdır.

Bana öyle geliyor ki, son zamanlarda hepimiz fena halde sağırlaştık. Ve kendi
sonradan olma duyma engelliliğimize bakmadan, doğuştan duyma engellileri
küçümsüyoruz.

BÖLÜŞME MEYDANI, BANA SENİ ANLAT

Meydan karşımda, çok zor bir soru sorulmuş bir ilkokul öğrencisi gibi bana bakıyor.
Ne ki yüzü bir ilkokul öğrencisinin taze teni gibi ışıldamıyor. Yaşlı yüzü kırışmış.
Gözlerinin feri sönmüş, irisinin etrafındaki siyah halkalar maviye dönmüş.
Ama gözbebeklerinde bir çocuğunkiyle aynı soru işaretleri var: Neden?

Meydan bana kendini anlatmıyor. Bana hesap soruyor. Neden?

Ve bu soruyu bir tek bana sorması bana biraz haksızlık gibi geliyor…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (3)

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (4)

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (1)