Kadın Gözüyle Okuyunca - Atilla İlhan (1)


kadın gözüyle okuyunca

Saadet Arıkan Özkal


hangi attilâ ilhan



I



“vurgunum yumruk gibi sıkılmış mısralara”



1940’lı yıllar. Dünya, faşizmi ve savaşı yaşıyor. Türkiye’de, henüz lise öğrencisiyken, sırf sevgilisine yazdığı mektuplarda Nâzım Hikmet şiirlerine yer verdi diye kovuşturulup hapse atılan bir genç adam bu dünyaya tepkisini şiirlerle dile getiriyor. 1948’de ilk kitabı duvar yayımlandığında, Nâzım Hikmet şunları söylüyor: “Duvar beni, çok sevindirdi. Attilâ İlhan gayet soylu, özlü şair, pek beğendim. Aşk olsun delikanlıya!”

Delikanlının örnek aldığı şairler belli: aragon’u usta bilmiş şair attilâ ilhan / ve tekmil demir mısralılar bayraktar



Yazmak istediği şiirler de belli: fısıltıyla şiir söylemek kahreder beni / vurgunum yumruk gibi sıkılmış mısralara



duvar, böyle yumruk mısralı şiirlerden örülü. Çoğunlukla öfke, güç, şiddet içeren ve bu şiddeti olumlayan şiirler. Bir tür “karşı kahramanlık” türküleri de denebilir: sertliğe karşı sertlik, erkekliğe karşı erkeklik. Kararlı, özgüvenli, âşık, inançlı, ama artık demir dağları değil gökyüzünü delen, delmek ne söz, paramparça eden bir Ferhat: bir yumrukta gökyüzünü cam gibi parçaladım / yıldızlar eridi su oldu ateşimden



Bu Ferhat’ın ötekinden bir farkı, tek başına olmaması. O belli ki bir yığın Ferhat’ın içinde bir Ferhat ve gücünü onların gücünden alıyor: nefesleri gök yumrukları dünya kadar / onlar yine mütebessim ağladılar gözyaşı döktüler / onlar yine kahramandılar büyüktüler



duvar’da Attilâ İlhan kendisinden çok bu öteki, asıl kahramanları anlatıyor. Bunlar, ağzında cıgarası beygirlere küfreden / gök gözlü çopur ökkeş ’ler. Kadın-erkek diye ikiye bölünmüş, dişileri fiziksel görünüşleriyle, erkekleri tek bir sözcükle, “erkeklik”leriyle betimlenen bir canlı türü: erkekleri sapına kadar erkek / kadınları bakır yüzlüdür / ala gözlüdür. Bir an gelip dişileri yoksayılıp hepsi “erkek” diye sunulan “insan”lar: insanları dağ misali dalyan boyludur / bıyıkları tütün kokar



§  Bunlar insan “oğulları”: sorup sual edilmeden / canına kıyılan insanoğluna

§  Yaşadıkları yer, erkeğin erkek oluşuna yardımcı olan erkek bir ülke: ... kirvem türkiye / ... sen mehmed’sin / .../ sen şehit oğlu şehit babası

§  Tepelerinde ay erkekçe doğuyor: çok geçmeden delikanlı bir ay doğacak

§  Dünyaları erkek bir güneş sisteminin içinde: Padişah güneş / ... / ateş sakallı Jüpiter

§  Davulları erkek sesli, dağları şahlanıyor: vurdukça er sesli erbab davul / ... / şahlanın bu çıngırak yıldızlara dağlar

§  Besteleri yiğit: en yiğit besteler seni söyler

§  Gölgeleri delikanlı: sapından fırlamış bir balta gibi çehresi / ve omuzlarında delikanlı gölgesi

§  Mermileri de delikanlı: bayraklar zaferle tutuşmuş / mermiler delikanlı / yürek coşmuş / ileri

§  Denizleri erkeklerin erkeklik yarıştırdığı meydan: Atlantik pasifik hind okyanusu / er meydanları gibi boydan boya



Bu insan “oğulları” aynı zamanda hürriyete âşıklar ve davalarına hürriyetten geçmeyiz geçsek bile yârdan diyecek kadar bağlılar. Karanlıkta kaynak yapan bir adam, “çelikleri” birbirine bitiştiren bir “erkek işçi” onlar ve bu erkek işçi, beş kıtada “hürriyet” suretinde ortaya çıkıyor:



şehirler kaynayıp gitmiş gecenin kazanında / yalnız bir karanlıkta kaynak yapan adam / o yıldızlı pelerine bürünmüş / yalnız bir karanlıkta kaynak yapan adam / beş kıtada hürriyet gibi görünmüş



Bu “erkek” hürriyetin nasıl yürüdüğü, yürüyeceği de belli. Öfkesini püsküren kudurmuş denizler gibi coşarak, savaş şarkıları söyleyerek, köpürerek, gazaplı:



rüzgâr vurur dalgalar kudurdukça kudurur / yelilâm dalgalar kanat kanat feryat / uluyan dalgalar deste deste köpük / ne heybettir püskürdükçe öfkesini / bakarsın dağ gelir dağılır darmadağın / bakarsın volkan doğar volkan doğar / kırbaçlı rüzgârlı bir yarış içre coşkun / dururlar dönerler koşarlar koşarlar / bir savaş şarkısıdır deryaların dilinde / bir savaş şarkısı hey heyalisa heyamol / lahzada yerlerdedir lahzada göklerdedir / dökülür köpürür de sellim selâli / kuzeylerden gelir güneylerden gelir / bir başka âlemdir onun gazaplı hali



Başka bir deyişle, duvar büyük bölümüyle bir “şiddete şiddetle başkaldırı” şiiri ve “sapına kadar erkek” bir şiir. Bu elbette o dönemin jargonu. Öyle bir dönemde genç toplumcu Attilâ İlhan başka nasıl şiir yazabilirdi ki? Diyelim yazdı, nasıl karşılanırdı?



... o zamanki toplumcu ozan eğitimi sevda şiiri yazmayı yasaklamasa bile iyice kısıtlar, yazılan sevda şiirlerinin içine ille siyasal birtakım sloganların sokuşturulmasını gerektirirdi. görüldüğü gibi, bu sonuncu kurala pekâlâ uyduğum halde, ne hikmetse benim aşk şiirleri yayımlamam, aramızda mesele oluyordu, oysa kendimi fena halde âşık sanıyordum ve ancak 20 yaşındaydım, kimseyi dinlemedim, şiirleri yazdığım gibi, ilk kitaba da aldım. ikinci basımda, önceden almamış olduklarımı da ekledim. (meraklısı için notlar, DUVAR, 211)



Gerçekten de duvar’daki aşk şiirleri, belki “fena halde” âşık, ama savaş, faşizm, baskılar, hürriyetsizlik vb. yüzünden aşkını doğru dürüst yaşayamadığını hissettiren bir genç erkeğin kırgın şiirleri: kalbim yanıyor kurşuna dizilmiş saadet



Bu şiirlerde aşktan çok toplumsalı duyumsuyoruz. Sanki aşk, toplumsal davayı anlatmanın bir aracı; öyle bir araç ki, kendisine özgü yumuşaklıkla toplumsal davayı da yumuşatıyor, bütün o şiddet ögelerini siliyor, özveri gerektiren yüce değerleri gündeme getiriyor; sonuçta “bilge” erkek, sevgilisine, bana değil bu değerlere sahip çık diye öğütte bulunuyor: sevgilim beni değil hatırla insanları / insan ancak o vakit tam insan olabilir



Öte yandan, şairin sevgilisi ille de fabrika işçisi bir kız:



niçin sade acıdan bahsetsin mısralarım / ben de bilirim aşk için şiir yazmasını / kalbim pürheves rüzgârda perişan saçlarım / kusura bakılmaz neyleyim ahval-i sevdadır / benim bir sevgilim var gözleri menevişli / şafaktan yıldızlara kadar fabrikadadır / hem ömrünü dokur hem yünlü dokur



Kaynakçıya dokumacı yaraşır dercesine. Salt sevgili, salt kadın yok. Aslında salt aşk da yok. Varsa da yalnızca bir kıtalık şiir için var:



Her akşamüzeri daha mükemmel bir şairim / bahar senin yüzün cıvıldaşan serçeler / neler hayal etmez gönül neler sevgilim



Bir kıta sonra, “önce dünyanın huzuru, sonra ikimizin huzuru” gibi bir kalıp çıkıyor karşımıza:



sanki ölüm yoktur zulüm yoktur dünyada / sanki bir rüzgâr gibi ferah yaşamaktayız / sema tertemiz henüz yıkanmış caddeler / batan güneşe karşı seninle baş başayız



Özcesi, hürriyetten geçmeyiz geçsek bile yârdan...



Sonuç olarak, duvar için şunları söyleyebilir miyiz?

1.      Hayatının baş amacı olarak “toplumsal hürriyet”i belirlemiş bir romantiğin şiirleri;

2.      Bu romantik dünyayı, evreni, tüm yaradılışı, belki toplumcu gözüyle, ama varolan düzenin erkek bakış açısıyla yorumluyor; düzene başkaldırısını da varolan erkek değerlerini koruyarak ve onları kullanarak biçimlendiriyor;

3.      Konu aşk olduğunda, belki biraz da toplumcu eleştirmecilerin şerrinden korkarak, duyguların gücünü ya da kısacık da olsa yaşanmış mutlu anları değil, ileride yaşanacak süregen mutlulukları anlatıyor; aşk mutluluklarını toplumsal mutluluğa bağlıyor; şairin sevgilisi onu etkileyen kendine özgü kadınsı niteliklerinden çok, sınıfsal niteliğiyle, işçi, emekçi oluşuyla ya da sınıfsal tavır alışıyla sevilip yüceltiliyor; bazen de öğretmenin belli fikirleri aktardığı bir tür öğrenci gibi, dolayısıyla da bir tür figüran gibi şiire giriyor;

4.      Sonuçta bu dizeler, son derece güzel söylenmiş olmalarına karşın, bir düşüncenin propagandası olma niteliğiyle de beliriyor.



Çok mu acımasız? Belki. Yine de şu soruları sormaya engel değil:


 


Attilâ İlhan’ın böyle başlayan şiir serüveni altmış küsur yılda nereye vardı? Yumruk mısralar süregitti mi? Aşk ve mutlulukları toplumsaldan az çok bağımsız bir insan yaşantısı olarak şiirine girdi mi? Kadın, çok bilen erkeğin öğrencisi ve figüranı olmaktan kurtulup bağımsız bir kişilik kazanabildi mi? Erkeklik, yumuşadı mı?








Kaynak: Attilâ İlhan Bütün Şiirleri: 1, DUVAR, Bilgi Yayınevi, Ekim 2000

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (3)

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (4)