'Faruk kalk, darbe oldu!'
12 eylül günü... Saadet Arıkan Özkal
O
gün epeyce erken kalkmıştım; sabah kahvemi ve sigaramı içerken radyoyu açtım. Açar
açmaz da büyük haberi öğrendim.
Hemen
koşup eşimi de uyandırdım. Onu dürterken söylediğim kısacık cümleyi bugün gibi
hatırlıyorum:
“Faruk
kalk, darbe oldu!”
İkimiz
de darbenin ne olduğunu bilecek yaşta, “darbe ve muhtıra görgüsü” olan
kişilerdik ve bunun bizim için ne anlama geldiğini kestirecek kadar da sol
hareketin içindeydik. Ayrıca pek beklenmedik bir şey de değildi; 1978 sonbaharından
beri İstanbul’da zaten sıkıyönetim vardı ve son günlerde ortalıkta yoğun bir
biçimde darbe söylentileri dolaşıyordu. Yine de insan, olmasını istemediği
şeyin olmayacağı umudunu taşıyor galiba. Uyku sersemi Faruk’un zaten iri olan koyu
kahve gözlerinin bir anda iyice irileşmesini, âdeta yuvalarından fırlayacak
hale gelmesini hiç unutmayacağım.
Gözleri
yuvalarından fırlamadı ama biz hemen evden fırladık. Birkaç günlük vaktimizin
kaldığını kestirebiliyorduk. Özellikle ben İlerici Kadınlar Derneği Şişli
Şubesi Başkanı olduğum için poliste kaydım vardı ve adamların eninde sonunda
peşime düşecekleri kesindi. Neyse ki Faruk bana göre daha “temiz” sayılırdı.
Askerlik yaptığı dönemdeki “sakıncalı piyadeliği”, 1971’de birkaç ay içerde
yatmışlığı, bir de Ürün dergisi ve Politika gazetesi çalışanı olması
sayılmazsa…
Gerçi
evimiz de “temiz”di; biz 1979’da evlenmiştik ve benim polisteki tüm
kayıtlarımda ikametgâh adresim annemin evi, soyadım da Arıkan olarak gözüküyordu.
Kızlık soyadı denen abuk sabuk şey bazen işe yarıyormuş, nitekim beni bulmaları
84’leri buldu. Ama o zaman da köprülerin altından epey sular akmıştı…
O
gün başka neler yaptım, hatırlamıyorum. Şişli İKD’lilerle Gümüşsuyu’nda bir
üyemizin evinde o gün mü buluştuk, birkaç gün sonra mı? Ama buluştuğumuz gün bir
arkadaşımızın, “Şimdi paraya çok ihtiyaç olacak, para toplamalıyız,” dediğini
ve hemen ertesinde bütün Şişli İKD’lilerin para toplamak için harekete
geçtiğini; benim bu paraları, daha sonraki yıllarda 12 Eylül işkencehanelerinde
öldürülecek olan Abdullah Hayrullahoğlu’na kuruşu kuruşuna teslim edişimi; Şişli
İKD’li kadınların birbirlerini tanımıyormuş gibi yaparak birkaç hafta Osmanbey’de
inatla gezinişlerini hatırlıyorum.
O
“temiz” evde çok kalmadığımı da hatırlıyorum. Ne olur ne olmaz düşüncesinden
hareketle ben yıllarca elimde naylon torbalara tıkıştırılmış giysilerle
İstanbul’u sokak sokak dolaştım. Bir gün bu yakada, ertesi gün karşı yakada… Bir
gün bir evde, ertesi gün başka birinde… Evlerinde kalınan kişileri de riske
atmamak gerek, değil mi?
Tabii
o arada, kaçamak ziyaretler sayılmazsa, kızımın bebekliğini kaçırdım. Neyse ki
içim rahattı; o, annemin emin ellerindeydi. Ama, 12 Eylül 1980’de henüz dokuz
aylık bile olmayan kızımın benim yanıma taşınması ve annesine alışması için
onun iki buçuk yaşına gelmesini beklemem gerekti.
Faruk
Özkal 1999 Temmuzunda öldü. Kısacası, ona bir kere daha “Faruk kalk, darbe
oldu!” deme şansım kalmadı. Mutlu olmalı mıyım?
Yorumlar
Yorum Gönder