Annemin Öyküleri - Peynirci
PEYNİRCİ
Annem otuzsekiz yaşında dul
kalmış, ben iki yaşındayken. Onu hep, sırtında mantosu başında eşarbıyla her
yere koşturan bir kadın olarak anımsıyorum: çarşılar, pazarlar, arzuhalciler,
tamirciler, bakırcılar, fındık fabrikaları, manifaturacılar, kumaşçılar. Beyaz
teninde yanakları pençe pençe ve elinde ben.
Bugün peynirciye uğradık. O
dükkâna bayılıyorum. Kocaman. Simsiyah, çeşit çeşit zeytinler, yeşil
zagodalar... yuvarlak tahta külekler içinde tereyağlar... üstünde zeytin dalı
resimleri olan zeytinyağı kutuları ve buram buram, ekşi ekşi kokan peynirler:
gri renkli teneke kaplardan suları damlayarak çıkan Erzincan, Edirne peynirleri...
sertliği, ısırılamazlığı uzaktan bile belli şekilsiz Trabzon peyniri
kütleleri... kocaman kaşar tekerleri... çoğunlukla da tavana asılmış.
Peynirci iyi bir adam; her
defasında bizimle konuşuyor, annemin istediklerini hemen paketliyor. Gelgelelim
bugün onu kızdırdı. Ben her zamanki gibi başımı kaldırmış kaşar tekerlerini
seyrederken anneme birşeyler söyledi ve annem birden elime yapışıp beni hızla
dışarı sürükledi. Yüzü ve boynu tümüyle kıpkırmızı kesilmişti, öylece eve kadar
koşturdu, elimi hiç bırakmadan, ama sorularıma cevap da vermeden.
Bu olaydan sonra annemle ablam
birkaç gün fısıldaştılar. Sonra konu kapandı ve biz annemle yine sık sık peynir
almaya çıktık. Annem her defasında satın almadan önce peynirlerden küçük bir
lokma koparıp tadına bakmaya devam etti, yalnız o peynirciye bir daha uğramadı.
Saadet Arıkan Özkal
Yorumlar
Yorum Gönder