Annemin Öyküleri - Katibime Kolalı da Gömlek


KÂTİBİME KOLALI DA GÖMLEK

Ablam fındık fabrikasında kâtip. Beni de sık sık yanında götürüyor. Önce alt katta, yazıhanede oturuyoruz. Kocaman tahta masalar ve turuncu deri koltuklarla döşenmiş odada. Ablamın patronu, “Hayır, masalar ceviz, koltuklar maroken!” diyor.

Bana kâğıt kalem veriyorlar; bir süre onlar çalışıyor ben resim yapıyorum. Kız resimleri. Yüzler, bedenler. Sonra resimlerime bakıyorlar. “Ne kadar canlı!” diyorlar, “şuna bak, nasıl da kızgın!” Ya da, “Aa, bak bu üzgün. Bu da korkmuş, kaçıyor!” Gülüyorlar. Oysa ben yalnızca Hoş Memo’nun Nilüfer’ini taklit etmeye çalışıyorum.

Geçenlerde annemin bir misafire söylediklerine bakılırsa ablam böyle yerlerde çalışan tek kızmış. Annem akşamüstleri rejiden akın akın dağılan kızları hiç görmedi mi ki? Ayrıca postahanede de kızlar var; üstelik oradaki iki kişinin ikisi de kadın. Öyleyse annem niye öyle söyledi? “Böyle yerler” ne demek ki? Kötü bir şey mi?

Sanmam. Annem ablamın öyle bir yerde çalışmasıyla basbayağı övünüyordu çünkü. Doğrusu ablamla ben de övünüyorum. O çok çalışkan. Kocaman, kalın defterlere birşeyler yazıyor, defterleri bazen eve de getiriyor, sabahlara kadar hesap yapıyor: elde var beş, elde var iki... Kurşun kalemle sayıları yazıyor, sonra doğruluğundan emin olunca hepsini dolma kalemle üstünden geçerek yeniden yazıyor.

Resim yapmaktan sıkıldım. Pencerenin içine oturdum, kumsalı ve denizi seyrediyorum. Kışın kumsal yoktu; deniz kapkara, dalgalıydı, fabrikanın duvarına dayanmıştı ve beni korkutuyordu. Neyse ki şimdi sakin, masmavi. Kıyıya küçük dalgacıklarını çarpıyor. Geniş, beyaz kumsalda yer yer irili ufaklı çakıl taşlarını ve kahverengi yosunları görüyorum. Bir de denize girip çıkan, güneşten yanmış oğlanları. Siyah donlar giymişler. Yüzüyorlar. Kumlarda yuvarlanıyor, sonra gene yüzüyorlar. Derken ablam dar tahta merdivenden beni üst kata çıkarıyor.

Burası gürültülü. Üstlerinde çeşitli büyüklüklerde delikler olan iki kocaman kahverengi boru takırtıyla dönüyor. Fındıklar boruların içinde sağa sola savruluyor, kimisi deliklerden geçip aşağıdaki havuza düşüyor, kimisi boruların içine hapsolup öylece koşuşup duruyor.  “Bunlar elek,” diyor ablam, gürültüyü bastırmak için sesini yükselterek, “fındıkları ayırıyor.” Sonra, yerde halka olup oturmuş kadınlara soruyor: “Kardeşim biraz sizinle otursun mu?”

Kadınlar peştemallı; ama ablam gibi ince değil şişmanlar. Ya da, patlıcan rengi enli çizgileri olan beyaz peştemallar onları şişman gösteriyor. Yüzleri yuvarlak ve güleç. Biraz sıkışıp bana yer açıyorlar. Ben onlar gibi bağdaş kurup yere oturuyor, önümüzdeki gene enli çizgili, üstüne kabuklu fındıklar serilmiş peştemal örtünün çevresindeki halkayı tamamlıyorum. Utanıyorum; kırılmış kabuklardan fındık içlerini onlar gibi ayırmaya çalışıyor, beceremiyorum. O zaman kadınlar gülüşüyorlar; bir tanesi, yaşlıca biri, sert kabuğundan ve yumuşak iç kabuğundan çarçabuk sıyırdığı bir fındık içini bana uzatıyor. Yiyorum. Kavrulmamış, hafifçe büzülmüş fındığın sütlü tadını alıp ben de gülüyorum.

Sonra kadınlar toparlanıp gidiyorlar. Ya da onlar gitmeden ablam geliyor, bana, “Hadi, gidiyoruz,” diyor. Kadınlara iyi akşamlar diliyor. Kadınlar bana, “Gene gel!” diyorlar.

Fabrikadan çıkıyoruz. Hava karardı kararacak. Arkada deniz hışırtılarını sürdürürken ablamla başımız önümüzde el ele yürüyoruz. Parke yolda at pislikleri alacakaranlıkta sarı öbekler halinde parlıyor. Yolun iki yanında siyah yüzlü taş binaların önünde at arabaları dizili. Arabacıların erkekler korosu denizin hışırtısını bastıran tok sesiyle bizi uğurluyor: “Kâtibime kolalı da gömlek...”
O zaman ablam elimi biraz daha sıkıca kavrıyor. Başımı kaldırıp yüzüne bakıyorum. Güzel, parlak genç kız yüzü akşam alacasında hafifçe gülümsüyor...

Saadet Arıkan Özkal

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (3)

Kadın Gözüyle Okuyunca - Can Yücel (4)

Kadın Gözüyle Okuyunca - Atilla İlhan (1)