Sevgili Dostum Sevinç - 1 - Ayıklanmış Anılar
AYIKLANMIŞ
ANILAR
Faruk’un ölümünden yedi buçuk ay sonra
yeni bir eve taşındım. Eşyaların belgelerin neredeyse yarısını attım. Sert ev
işine alışkın olmayan ellerimin yarılıp patlaması karşılığında son yirmi yılımı
ayıkladım. En rafine anılarımı sakladım.
Eski evde her yer onun fotoğraflarıyla, birlikte
fotoğraflarımızla doluydu. Yeni evde fotoğraf sayısı —Zeynep’in odası hariç—
yalnızca altı: Ablamın olağanüstü güzel işlemeli bir örtüsü serilmiş özel bir
masanın üzerinde ikimizin bir fotoğrafı; annemle bebek Zeynep’in bir fotoğrafı.
Koltukların arasındaki bir sehpanın üzerinde Faruk’un tek başına, gülümseyen
bir fotoğrafı (dostlarla sohbetimize katılsın diye). Televizyon’un üzerinde
Zeynep’in Dalyan’da, iki ayağı da yerden kesik koşarken çekilmiş harika güzel
bir fotoğrafı. Benim çalışma masamda Genç Faruk’la Bebek Zeynep’in çok neşeli
bir fotoğrafı.
Salondakiler
bunlar. Son olarak, yatak odamda, neresi olduğunu anımsayamadığım bir
restoranda mor tişörtlü kır saçlı bir Faruk’la yeşil bluzlu yaşlıca bir
Saadet’in alaycı bir tavırla ve sevecenlikle birbirlerine baktıkları bir
fotoğraf.
Hepsi bu.
Ayıklanmış anılar. Keşke onlara bakıp
huzur bulabilsem. Yaşadım desem ve onunla yetinsem. Belki mutlu bile olurdum.
Kaç yıl yaşayacaksam yaşar, sonra ölürdüm. Gelgelelim, içimdeki sesler rahat
vermiyor.
Birisi, daha da ayıklamalı, diyor, Faruk’u
gömmeli. Yaşamak istiyorsa onu gömmeli, yoksa kendini gömecek. Geçmişte değil
şimdiki zamanda yaşamalı. Faruk’u gömsün. Onu geçmişin sevgili bir parçası ilan
edip orada bıraksın ve geleceğe atlasın.
Ötekisi soruyor: Onu nasıl gömebilir ki? Her gün ya da
haftada birkaç gün karşısında Faruk’un hafif şehla gözleriyle ona bakan bir kız
varken! Faruk’un onun parmaklarına monte edilmiş tırnakları her gün gözüne
batarken! Ardında onunla yaşanmış bir yirmi yıl varken! Öyle bir insanı, öyle
bir arkadaşı, öyle bir erkeği nasıl gömebilir?
Birinci ses üsteliyor: Gömmeli. Başka çaresi yok. Başka
insanlara, başka arkadaşlara bakmalı. Belki de başka erkeklere. Neden olmasın?
Faruk öldü, geri gelmeyecek ki. Onu gömmeli.
Sonra ikincisi üsteliyor savlarını. Gidip içerdeki
yerleştirilmemiş fotoğraf kolisine uzanıyor. Fotoğrafları tek tek çıkarıyor,
her birinin öyküsünü anlatıyor. Sonra, bunlarla mı, diyor, bunlarla mı gömecek
Faruk’u?
Ben içimdeki seslerden bıkıp kendimi sokağa atıyorum,
kalabalığa karışıp avunmaya çalışıyorum. Belki de diyorum kaldırımlara,
bunların hepsi anlamsız. Belki ben de 26 Temmuz 1999’da öldüm de farkında
değilim, sadece yaşadığımı sanıyorum, kimbilir?
Rastgele birini durdurup soruyorum: Ne dersiniz, sizce ben
ölü müyüm? Kadın ya da erkek her kimse yüzüme garip garip bakıyor, kaçıp
gidiyor yanımdan.
Ben, yanıtsız, eve dönüyorum. Yerleştirilmemiş fotoğraf
kolisinin yanına oturuyorum. Bir iki fotoğrafı çıkarıp bakıyorum. Bazen boş bakışlarla,
bazen de ağlayarak. Sonra sana mektup yazıyorum:
Sevgili Dostum Sevinç,
Acelem yok. Hatta çok erken de olmasın.
Ama bir gün buraya gel. Seninle çok özel bir şeyi “daha” paylaşmak istiyorum.
Faruk’la ikimiz için bir albüm yapmak istiyorum. Albüm olacak şey hazır. Hiçbir
olağanüstülüğü olmayan, lacivert, sıradan bir defter. Ona anlam katacak
fotoğraflar ise iki kolide bekliyor.
Bu; başköşeye koyulacak bir defteri kapatacağım,
beni geleceğe atlatamasa da biraz soluklandıracak bir iş. Belki de içimdeki
seslere yeter diyebileceğim bir iş. Ama tek başıma altından kalkamayacağım,
senden başka hiç kimseyle de paylaşamayacağım bir iş.
Biraz ağlamaya, biraz da gülmeye ne dersin Sevinç? Ne zaman olursa.
Saadet
13.04.2000
Yorumlar
Yorum Gönder